SBS KALKIYOR.
Her yılın sonunda sınav yine olacak ancak artık çoktan seçmeli sorulara elveda diyeceğiz. Açık uçlu optik sınavlar başlıyor. Sınav başarısı sonuca değil, işleme odaklı olacak. Soru hazırlayıcı kişiler tarafından girilen anahtar sözcükleri öğrencinin kullanması halinde puanı artacak. Bu model Kazakis'tan da uygulanan bir model. Bakalım nasıl olacak?
Anne babalara yönelik çocuk ve ergenlerle doğru iletişim yolları, faydalı bilgi ve öneriler içeren bir blog
29 Nisan 2013 Pazartesi
12 Nisan 2013 Cuma
SINAV KAYGISINDA ANNE VE BABALARA DÜŞEN GÖREVLER
Sınava hazırlanan bir öğrencinin anne ve babasına önemli görevler düşmektedir. Anne ve babaya düşen önemli görevler,ailenin bütçesinin sınırlarını zorlayarak çocuğuna en iyi eğitim imkanlarını sunmak ve ona uygun çalışma şartlarını hazırlamakla sınırlı değildir.
Sınavlara hazırlanan bir öğrencinin yaşadığı kaygının iki sebebi vardır. Birinci sebep tümüyle gerçek ve akılcı bir temele dayanır. Sonuçları hayatın akışını etkileyecek büyük bir yarışta yer alacak olmaktan kaygı duymak, doğal ve yerinde bir durumdur. Ancak ikinci sebep, birinci gibi gerçek ve akılcı bir temele dayanmaz. 'Anneme -babama ne diyeceğim?", "akrabalarımın önüne nasıl çıkacağım?', "Tanıdıklarıma karşı mahcup olacağım..." gibi düşünceler sınavlara hazırlanan öğrencinin kaygısını yükseltir.
Her konuda olduğu gibi sınavlarda başarı için de belirli bir düzeyde kaygıya gerek vardır. Giriş sınavlarına hazırlanan bir genç çok ender rastlanabilecek çok az sayıda kişi hariç öğrenme ve başarı için gerekli olan düzeyde kaygıya sahiptir. Öğrenmeyi, akıl yürütmeyi ve sınav başarısını olumsuz yönde etkileyen şey yüksek kaygıdır. Gencin kendisine güvensizliği ise önemli ölçüde anne ve babasının bilerek veya bilmeyerek uyguladığı eğitim ve yaklaşımların sonucudur.
Anne – babaların en önemli amacı küçük yaştan itibaren çocuğun sorumluluk bilincini oluşturacak ortamları hazırlamak ve bu vesileyle sağlam bir sorumluluk bilincine sahip bireyler yetiştirmek olmalıdır. Sorumluluk bilinci gelişmiş olan bir çocuk zaten bu kaygıyı gerektiği kadar taşıyacak, anne ve baba da ekstra bir çabaya ihtiyaç duymayacaktır.
Anne-babanın çok küçük yaştan başlayan yüksek başarı beklentisi, çocuğun hatalarını düzeltmek için onu eleştirmek, çocuğun dayak, hırpalama gibi cezalarla eğitilmesi, yargı ifadesi taşıyan olumsuz sıfatlarla nitelenerek (haylaz, tembel, sorumsuz, dağınık, pısırık, yavaş v.b...) çocuğun kendine olan güvenini zayıflatır. Bunun sonucu ortaya çıkan kaygı, başarıya olumlu katkısı olmayan kaygıdır ve bununla başa çıkmak çok zordur.
ÇOCUĞUNUZUN KAYGISINI ARTTIRMAYIN / KIYASLAMA YAPMAYIN
Çocukların sınavlara hazırlandıkları sırada anne-babalara düşen en önemli görev, çocuklarının çalışma isteğini arttırmak ve onu çalışmaya teşvik etmek için kaygı yükseltici yaklaşım ve tutumlardan kaçınmaktır. "Bu kadar çalışmayla kazanamazsın.”, "Bu kafayla gidersen zor kazanırsın.", "Amcanın oğlu falanca yeri kazandı bakalım sen ne yapacaksın...", "Teyzenin kızı tıbbı kazandı çalımından, havasından yanına varılmıyor, aman bizi mahcup etme..." türünden yaklaşımlar genci çalışmaya teşvik etmez tam tersine, yükselen kaygı sebebiyle onu adeta "kıpırdayamaz" duruma getirir.
ÇOCUĞUNUZUN SINIRLARINI ZORLAMAYIN
Kendi özlemlerinizle çocuğunuzun sınırları arasında gerçekçi bir denge kurun. Çocuğunuz girebilse fen lisesinde okuyabilir veya kazanabilse tıp fakültesini bitirerek iyi bir doktor olabilir. Ancak çocuğunuzun kapasitesi binlerce kişi arasından sıyrılarak bu yerlere ulaşmaya yeterli olmayabi1ir. Bu iki durumu birbirinden ayırın ve içinizden veya yüksek sesle çocuğunuzun "beceriksiz" olduğunu düşünmeyin. Çünkü bu düşüncenizi nasıl olsa hisseder veya duyar.
Çocuğunuzun sınırlarını anlayabilmek için bir uzmanın görüşüne başvurabileceğiniz gibi, bu konuda kendiniz de gerçeğe çok yakın tahminde bulunabilirsiniz. Bunun için kullanacağınız ölçüt, çocuğunuzun okul hayatında ve okul dışı faaliyetlerinde göstermiş olduğu başarı seviyesidir.
Çocuğunuz sınıfında ders başarısı açısından ön sıralarda yer alan, sosyal faaliyetlerinde girişken ve liderlik özelliği olan, belirli bir ders veya alandaki başarısı öğretmenlerinin veya çevresindekilerin takdirini kazanan biriyse ne mutlu size. Bu takdirde çocuğunuzla ilgili beklentilerinizi yüksek tutmakta gerçekçi sebepleriniz var demektir.
Eğer çocuğunuz sınıflarını "ancak" geçebildiyse, sınıfını geçerken çeşitli yardımlara ihtiyaç duyduysa, öğretmenleri kendisini, "biliyor ama bildiğini ortaya koyamıyor", veya "Çalışsa yapar, ancak çalışmıyor" diye değerlendiriyorlarsa, okul dışı hayatında dikkat çekecek hiçbir özel başarı göstermediyse, çocuğunuzun uyumlu bir insan olması ve meslek hayatında başarı göstermesi yine de mümkündür. Ancak okul veya üniversite seçiminde beklentilerinizi çok yüksek tutmanızda yarar vardır.
Bir cümleyle özetlemek gerekirse, çocuğunuzla ilgili beklentilerinizi kontrol edin ve ideallerinizin onun sınırlarını zorlamasını önleyin.
SINAVDA BAŞARILI OLAMAZSA YAŞAYACAĞINI, BİR CEZA GİBİ GÖSTERMEYİN
Çocuğunuz istediğiniz veya kendi istediği okulun veya üniversitenin sınavlarında başarılı olamazsa, gideceği okulu bir ceza gibi göstermeyin. Çünkü gerçekten kazanamadığı takdirde alacağı eğitim, hayatı açısından -yine de- büyük önem taşır. Bu eğitimi alabilmesi ve yararlanması ancak okulunu ve eğitimini sevmesiyle mümkündür. "...eğer kazanamazsan, falan okula gidersin" veya "Eğer... fakültesine giremezsen, filan fakülteye girer ancak filan olursun" gibi sözler onun gideceği okulu, yapacağı işi sevmesine imkan bırakmaz. Bu tür yaklaşımlar çocuğun hayatı ve kendisini sevmesini de engeller ve kendisine olan güvenini temelden sarsar.
KENDİNİZE "HAYATIN AMACININ NE OLDUĞUNU" SORUN
Hayatin amacı kendine yeten bir insan olarak yaşadığından memnun olmak ve bu memnuniyeti yakın çevredeki insanlarla da paylaşabilmektir. Sınavda başarılı olmak, diploma sahibi olmak bu temel amaca yönelik araçlardır. "Okumak", "Yüksek öğrenim görmek" hayatın seçeneklerinden biridir. Neyse ki, hayatın seçenekleri bu kadar sınırlı değildir. Eğer amaç para kazanmaksa mutlaka falan okula gitmeden veya filan üniversiteyi bitirmeden de bunu sağlamak mümkündür. Eğer amaç hayattan alınan zevki arttırmaksa, müzik ve sanat bu zevki ve coşkuyu insanlara dolu dolu yaşatabilir. Bütün bu sebeplerden ötürü hayatı bir tek seçeneğe "falan okulun giriş sınavını kazanmaya" indirgemek konuyu bir "ölüm-kalım' olayı durumuna getirir. Bu da hem ailenin, hem de çocuğun kaygısını yükseltir, başarısını ve gelişimini tehdit eder.
Anne-baba olarak görevinizin çocuğunuza iyi bir eğitim vermek olduğu kadar, ona hayatı sevdirmek ve yaşama sevincini aşılamak olduğunu göz ardı etmeyin.
BİRBİRİNİZE BAĞLILIĞIN AMAÇ, SINAVIN ARAÇ OLDUĞUNU UNUTMAYIN
Ders çalışmak ve sınav kazanmak uğruna çocuğunuzla olan yakınlığınızı tehlikeye atmayın. Önündeki sınavda başarılı olsa da, olmasa da önemli olan çocuğunuzla aranızdaki sıcaklığın tehdit edilmemesidir. Çocuğun sınavda başarılı olması uğruna yapılan mücadele bazen ailey1e çocuk arasına soğukluk girmesine ve duygusal açıdan uzaklaşmaya sebep olmaktadır.
Eğer çocuğunuzla ilişkiniz genel olarak iyi ve yumuşak ise, belirli miktarda "çalış" uyarısı ve çalışma şartlarının hazır edilmesi biraz sıkıcı gelse de, çocuğunuza sorumluluğunu hatırlatacaktır. Kaç yaşında olursa olsun birçok kişinin çalışmaya başlamak için bu tür bir uyarıya ihtiyaç duyduğu bilinir.
Ancak çocuğunuzla ilişkiniz iyi gibi gözükse de sık sık sertleşiyorsa o zaman "çalış" uyarıları aranızdaki gerginliğin dozunu arttırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Böy1ece birbirinize kızmak için özel bir sebebe ihtiyacınız kalmayacak, eğitim ve diplomadan daha önemli bir şey çocuğunuzla aranızdaki sıcaklık bütünüyle kaybolacaktır.
Önemli olan çocuğunuzu tetikleyecek, ancak onu bezdirmeyecek kadar uyarıda bulunmaktır. Biliyoruz bu dengeyi sağlamak kolay değil, ancak hiç kimse çocuk yetiştirmenin kolay bir şey olduğunu söyleyemez.
SONUÇ OLARAK ÖZETLERSEK
* Sınavda başarılı olmak için belirli düzeyde kaygıya gerek vardır. Sınava hazırlanan bir öğrenci gerekli düzeyde bir kaygıya mutlaka sahiptir. Anne-babanın çocuğunu teşvik için kaygısını arttırması, beklenenin tam aksine sonuç verir. Anne – babaya düşen en önemli görev sorumluluk bilincini geliştirmiş çocuklar yetiştirmek olmalıdır.
* Ailenin küçük yaştan başlayarak çocuktan yüksek başarı beklemesi, eleştirmesi, yargı ifadesi taşıyan sıfatlarla nitelemesi ve cezalandırması çocuğun kendine olan güvenini sarsar ve kaygı düzeyini yükseltir. Kaygı düzeyi yüksek çocukların geçmişinde mutlaka bu özellikler vardır.
* Anne-babanın kendi özlemleriyle çocuklarının sınırları arasında gerçekçi bir denge kurmalarında yarar vardır.
* Çocuğun geçmiş okul hayatında ve okul dışı faaliyet1erinde göstermiş olduğu başarı onun sınırlarını ve gelecek performansını tahmin etmek için genel bir ölçü olarak kullanılabilir.
* Çocuğunuz sınavda başarılı olamazsa, gideceği okulu ona bir ceza gibi göstermeyin. Çünkü böyle bir durumda istediğiniz okulu kazanamazsa, gideceği okulu sevmesine ve başarılı olmasına imkan kalmaz.
* "Sınavı kazanma"nın hayatın ve başarılı olmanın "tek" ve "kesin" aracı olduğunu düşünmeyin.
* "Ders çalışmak" ve "sınav kazanmak" uğruna çocuğunuzla olan yakınlığınızı tehlikeye atmayın. Aranızdaki sıcaklığın hayat boyu devam etmesi her şeyden önemlidir.
* Sizin hayat görüşünüz ve yolunuz çocuğunuza çizmeye çalıştığınız gibi mi? Değilse, çocuğunuzun sizi örnek aldığını düşünün ve ona karşı daha yumuşak olun.
9 Nisan 2013 Salı
Kısa Bir Hikaye
Bu hikaye Northwesten Üniversitesi iş idaresi master öğrencileri ile zaman yönetimi dersi profesörü arasında geçer:
Profesör sınıfa girip karşısında duran, dünyanın en seçilmiş öğrencilerine kısa bir süre baktıktan sonra “Bugün zaman yönetimi ile ilgili bir deney yapacağız” dedi.Kürsüye yürüdü, kürsünün altından kocaman bir kavanoz çıkarttı.
Arkasından kürsünün altından yumruk büyüklüğünde taşlar aldı ve onları büyük bir dikkatle kavanozun içine yerleştirmeye başladı.Kavanozun daha başka taş alamayacağına emin olduktan sonra öğrencilerine döndü ve “kavanoz doldu mu?” diye sordu. Öğrenciler hep bir ağızdan “doldu” diye cevapladılar.Profesör “öyle mi?” dedi ve kürsünün altına eğilerek bir kova mıcır çıkarttı. Mıcırı kavanozun ağzından yavaş yavaş döktü.Sonra kavanozu sallayarak mıcırın taşların arasına yerleşmesini sağladı.
Öğrencilerine dönerek bir kez daha “Bu kavanoz dolu mu?” diye sordu.Bir öğrenci “Dolmadı herhalde” diye cevap verdi. “Doğru” dedi profesör. Sonra gene kürsünün altına eğilerek bir kova kum aldı ve yavaş yavaş kum taneleri taşlarla mıcırların arası nüfuz edene kadar döktü. Gene öğrencilerine döndü ve “Bu kavanoz doldu mu?” diye sordu. Tüm sınıf bir ağızdan “ Hayır!” diye bağırdılar.
“ Güzel” dedi profesör, kürsünün altına eğilerek bir sürahi su aldı ve kavanoz ağzına kadar doluncaya dek suyu boşalttı. Sonra öğrencilerine dönerek “Bu deneyin amacı neydi?” diye sordu. Uyanık bir öğrenci hemen “Zamanımız ne kadar dolu görünürse görünsün daha ayırabileceğimiz zamanımız mutlaka vardır” dedi. “Hayır” dedi profesör, “Bu deneyin esas anlatmak istediği eğer büyük taşları baştan yerleştiremezsen küçükler girdikten sonra büyükleri hiç bir zaman kavanozun içine kayamazsın gerçeğidir.”
Öğrenciler şaşkınlık içinde birbirlerine bakarken profesör devam etti. Nedir hayatınızdaki büyük taşlar? Çocuklarınız, eşiniz, sevdikleriniz, arkadaşlarınız, eğitiminiz, hayalleriniz, sağlığınız, bir eser yaratmak, başkalarına faydalı olmak, onlara bir şey öğretmek! Büyük taşlarınız belki bunlardan birisi, belki bir kaçı, belki de hepsi. Bu aksam uykuya yatmadan önce iyice düşünün ve sizin büyük taşlarınız hangileridir karar verin.
Bilin ki büyük taşlarınızı kavanoza ilk olarak yerleştirmezseniz hiçbir zaman bir daha koyamayacaksınız, bu da hiç bir zaman gerçek kişi olmayacağınızı gösterir...
Sevgiyle kalın...
Bu hikaye Northwesten Üniversitesi iş idaresi master öğrencileri ile zaman yönetimi dersi profesörü arasında geçer:
Profesör sınıfa girip karşısında duran, dünyanın en seçilmiş öğrencilerine kısa bir süre baktıktan sonra “Bugün zaman yönetimi ile ilgili bir deney yapacağız” dedi.Kürsüye yürüdü, kürsünün altından kocaman bir kavanoz çıkarttı.
Arkasından kürsünün altından yumruk büyüklüğünde taşlar aldı ve onları büyük bir dikkatle kavanozun içine yerleştirmeye başladı.Kavanozun daha başka taş alamayacağına emin olduktan sonra öğrencilerine döndü ve “kavanoz doldu mu?” diye sordu. Öğrenciler hep bir ağızdan “doldu” diye cevapladılar.Profesör “öyle mi?” dedi ve kürsünün altına eğilerek bir kova mıcır çıkarttı. Mıcırı kavanozun ağzından yavaş yavaş döktü.Sonra kavanozu sallayarak mıcırın taşların arasına yerleşmesini sağladı.
Öğrencilerine dönerek bir kez daha “Bu kavanoz dolu mu?” diye sordu.Bir öğrenci “Dolmadı herhalde” diye cevap verdi. “Doğru” dedi profesör. Sonra gene kürsünün altına eğilerek bir kova kum aldı ve yavaş yavaş kum taneleri taşlarla mıcırların arası nüfuz edene kadar döktü. Gene öğrencilerine döndü ve “Bu kavanoz doldu mu?” diye sordu. Tüm sınıf bir ağızdan “ Hayır!” diye bağırdılar.
“ Güzel” dedi profesör, kürsünün altına eğilerek bir sürahi su aldı ve kavanoz ağzına kadar doluncaya dek suyu boşalttı. Sonra öğrencilerine dönerek “Bu deneyin amacı neydi?” diye sordu. Uyanık bir öğrenci hemen “Zamanımız ne kadar dolu görünürse görünsün daha ayırabileceğimiz zamanımız mutlaka vardır” dedi. “Hayır” dedi profesör, “Bu deneyin esas anlatmak istediği eğer büyük taşları baştan yerleştiremezsen küçükler girdikten sonra büyükleri hiç bir zaman kavanozun içine kayamazsın gerçeğidir.”
Öğrenciler şaşkınlık içinde birbirlerine bakarken profesör devam etti. Nedir hayatınızdaki büyük taşlar? Çocuklarınız, eşiniz, sevdikleriniz, arkadaşlarınız, eğitiminiz, hayalleriniz, sağlığınız, bir eser yaratmak, başkalarına faydalı olmak, onlara bir şey öğretmek! Büyük taşlarınız belki bunlardan birisi, belki bir kaçı, belki de hepsi. Bu aksam uykuya yatmadan önce iyice düşünün ve sizin büyük taşlarınız hangileridir karar verin.
Bilin ki büyük taşlarınızı kavanoza ilk olarak yerleştirmezseniz hiçbir zaman bir daha koyamayacaksınız, bu da hiç bir zaman gerçek kişi olmayacağınızı gösterir...
Sevgiyle kalın...
SÖYLE GİTSİN
Bir gece okuduğum ebeveynlik üzerine yazılmış yüzlerce kitaptan birini daha okuduktan sonra kendimi biraz suçlu hissettim, çünkü kitap benim kullanmayı aklıma bile getirmediğim birtakım stratejilerden söz ediyordu. Temel strateji çocuğunuzla konuşmanız ve ona iki kelimeden oluşan sihirli kelimeyi söylemenizdi:”Seni seviyorum.” Kitapta, çocukların koşulsuz şartsız sizin onları sevdiğinizden emin olmak istedikleri vurgulanıyordu.
Yukarı kata oğlumun yatak odasına çıktım, kapısını çaldım. İçerden müzik sesi geliyordu. Kapıyı açtım. Oğlum oturmuş müzik dinliyordu. İlgisini çekebilmek için epeyce bir gayret sarf ettikten sonra “ Oğlum, bir saniyen var mı?” diye sordum.
“ Evet baba, sana bir saniye ayırabilirim” yanıtını verdi. Oturduk, on beş dakika kadar konuştuktan sonra yüzüne baktım ve ona “ Müzikle ilgilenmen çok hoşuma gidiyor.” dedim.
“ Sağol baba, teşekkür ederim.” diye yanıt verdi.
“Sonra görüşürüz” dedim ve odadan çıktım. Merdivenlerden inerken söylemem gereken şeyi söylemediğim hissine kapıldım. Geri dönüp o iki sihirli kelimeyi söylemem gerektiğini düşündüm.
Merdivenleri gerisin geri çıktım. Kapıyı çaldım ve açtım. “ Biraz daha konuşabilir miyiz oğlum?”
“ Tabi ki baba. Konuşalım.”
“ Oğlum buraya sana bir şey söylemeye gelmiştim, ama araya başka laflar karıştı. Sana esas söylemek istediğim şey başkaydı. Hatırlıyor musun araba kullanmayı öğrenmeye başladığında başıma bir sürü sorun açmıştın. Bütün kavgalarımızdan sonra iki kelime yazmış ve yastığının altına koymuştum. Bir baba olarak üstüme düşeni yapmış olmanın ve sevgimi ifade etmenin rahatlığını duymuştum. “ Oğlumun yüzüne baktım ve “Seni sevdiğimizi bilmeni istiyorum.” dedim.
Başını kaldırdı yüzüme baktı, “ Teşekkürler baba . Sen ve annem mi?” diye sordu.
“ Evet, sanırım ikimizde bunu yeteri kadar ifade etmiyoruz.” dedim.
“Teşekkürler. Böyle olduğunu biliyorum . “ dedi.
Döndüm ve odadan çıktım. Aşağıya inerken düşünmeye başladım. “İnanamıyorum. İki kere odasına gittim. Söylemem gereken cümle yerine başka şeyler söyleyip çıktım.”
O anda tekrar geri dönüp odasına gitmeye ve oğluma hissettiklerimi söylemeye karar verdim. Bunu benim ağzımdan duyması lazımdı. İki metre boyunda kocaman bir çocuk olması beni ilgilendirmiyordu. Geri döndüm, kapıyı çaldım. “ Evet baba, girebilirsin” diye seslendi.
“ Ben olduğumu nereden anladın?”
“ Ben seni babam olduğun günden beri tanıyorum babacığım. İçeri gir. Sanırım bana söylemek istediğin şeyi söyleyemedin. “
“ Oğlum, sen benim için çok değerlisin. Seni seviyorum. Bu iki kelimeyi neden daha sık söylemediğimi de bilmiyorum.”
Gözleri aydınlandı.” Baba beni sevdiğini biliyorum. Ama bunu senden duymak çok güzel. Kendimi ne kadar iyi hissettiğimi tahmin edemezsin. Ben de seni seviyorum.”
Kalkıp yürüdüm. Arkamdan seslendi, dönüp baktım.
“ Bir seminere falan mı katıldın baba?”
Bütün 18’indekiler gibi numarayı anlamıştı. “ Hayır. Sadece bir kitap okudum.”
“ Bence çok iyi yapmışsın. Teşekkürler .”
Sanırım o gece sevgi uğruna risk almanın ve paylaşmanın değerini bir kez daha anladım...
Bu güne kadar çocuklarına bir kez bile “ seni seviyorum “ dememiş olanlar...
Bu yazı size tuhaf mı geldi? Komik mi? Hiç yapamayacağınız bir şey mi?
Çocuklarınıza “ seni seviyorum “ deyin. Onların hayatlarında neleri onardığınızı tahmin bile edemezsiniz. Söyleyin.. Ne kaybedersiniz ?
“ Sevgiyle kalın...”
Bir gece okuduğum ebeveynlik üzerine yazılmış yüzlerce kitaptan birini daha okuduktan sonra kendimi biraz suçlu hissettim, çünkü kitap benim kullanmayı aklıma bile getirmediğim birtakım stratejilerden söz ediyordu. Temel strateji çocuğunuzla konuşmanız ve ona iki kelimeden oluşan sihirli kelimeyi söylemenizdi:”Seni seviyorum.” Kitapta, çocukların koşulsuz şartsız sizin onları sevdiğinizden emin olmak istedikleri vurgulanıyordu.
Yukarı kata oğlumun yatak odasına çıktım, kapısını çaldım. İçerden müzik sesi geliyordu. Kapıyı açtım. Oğlum oturmuş müzik dinliyordu. İlgisini çekebilmek için epeyce bir gayret sarf ettikten sonra “ Oğlum, bir saniyen var mı?” diye sordum.
“ Evet baba, sana bir saniye ayırabilirim” yanıtını verdi. Oturduk, on beş dakika kadar konuştuktan sonra yüzüne baktım ve ona “ Müzikle ilgilenmen çok hoşuma gidiyor.” dedim.
“ Sağol baba, teşekkür ederim.” diye yanıt verdi.
“Sonra görüşürüz” dedim ve odadan çıktım. Merdivenlerden inerken söylemem gereken şeyi söylemediğim hissine kapıldım. Geri dönüp o iki sihirli kelimeyi söylemem gerektiğini düşündüm.
Merdivenleri gerisin geri çıktım. Kapıyı çaldım ve açtım. “ Biraz daha konuşabilir miyiz oğlum?”
“ Tabi ki baba. Konuşalım.”
“ Oğlum buraya sana bir şey söylemeye gelmiştim, ama araya başka laflar karıştı. Sana esas söylemek istediğim şey başkaydı. Hatırlıyor musun araba kullanmayı öğrenmeye başladığında başıma bir sürü sorun açmıştın. Bütün kavgalarımızdan sonra iki kelime yazmış ve yastığının altına koymuştum. Bir baba olarak üstüme düşeni yapmış olmanın ve sevgimi ifade etmenin rahatlığını duymuştum. “ Oğlumun yüzüne baktım ve “Seni sevdiğimizi bilmeni istiyorum.” dedim.
Başını kaldırdı yüzüme baktı, “ Teşekkürler baba . Sen ve annem mi?” diye sordu.
“ Evet, sanırım ikimizde bunu yeteri kadar ifade etmiyoruz.” dedim.
“Teşekkürler. Böyle olduğunu biliyorum . “ dedi.
Döndüm ve odadan çıktım. Aşağıya inerken düşünmeye başladım. “İnanamıyorum. İki kere odasına gittim. Söylemem gereken cümle yerine başka şeyler söyleyip çıktım.”
O anda tekrar geri dönüp odasına gitmeye ve oğluma hissettiklerimi söylemeye karar verdim. Bunu benim ağzımdan duyması lazımdı. İki metre boyunda kocaman bir çocuk olması beni ilgilendirmiyordu. Geri döndüm, kapıyı çaldım. “ Evet baba, girebilirsin” diye seslendi.
“ Ben olduğumu nereden anladın?”
“ Ben seni babam olduğun günden beri tanıyorum babacığım. İçeri gir. Sanırım bana söylemek istediğin şeyi söyleyemedin. “
“ Oğlum, sen benim için çok değerlisin. Seni seviyorum. Bu iki kelimeyi neden daha sık söylemediğimi de bilmiyorum.”
Gözleri aydınlandı.” Baba beni sevdiğini biliyorum. Ama bunu senden duymak çok güzel. Kendimi ne kadar iyi hissettiğimi tahmin edemezsin. Ben de seni seviyorum.”
Kalkıp yürüdüm. Arkamdan seslendi, dönüp baktım.
“ Bir seminere falan mı katıldın baba?”
Bütün 18’indekiler gibi numarayı anlamıştı. “ Hayır. Sadece bir kitap okudum.”
“ Bence çok iyi yapmışsın. Teşekkürler .”
Sanırım o gece sevgi uğruna risk almanın ve paylaşmanın değerini bir kez daha anladım...
Bu güne kadar çocuklarına bir kez bile “ seni seviyorum “ dememiş olanlar...
Bu yazı size tuhaf mı geldi? Komik mi? Hiç yapamayacağınız bir şey mi?
Çocuklarınıza “ seni seviyorum “ deyin. Onların hayatlarında neleri onardığınızı tahmin bile edemezsiniz. Söyleyin.. Ne kaybedersiniz ?
“ Sevgiyle kalın...”
1 Nisan 2013 Pazartesi
Ağır Öğrenen Çocukların Özellikleri
Çok geç ve güç öğrenir.
Soyut şeyleri çok zorlukla öğrenebilir.
Genelleme yapamaz.
Bilgilerini transfer edemez.
Dikkati dağınık ve dikkat süresi kısadır.
Çok kolay yorulur.
Yakın şeyler ve gelecekle ilgilenir.
Tepkileri ve algıları basittir.
Öğrendiklerini çabuk unutur.
Basit sözcükler ve kısa cümlelerle konuşur.
İlgileri daldan dala sıçrar.
Oyunları kendilerinden küçüklerle oynar.
Her işte başkalarına bağlı olmayı ve uymayı tercih eder.
Arkadaşlık kurmada zorluk çeker ve kursa da dostluk süresi kısadır.
Kendine güveni azdır.
Kendini grupta kabul ettirebilecek sosyal becerileri yok denecek kadar azdır.
Oyun ve toplum kurallarına uymakta zorluk çeker. Bazen hiç uymaz.
Sosyal etkinliklere çok az katılır.
Ağır Öğrenen Çocuklarla Çalışma Yöntemleri
Öğrenci mümkün olduğu kadar ön sıralarda ve öğretmene yakın oturmalı, tahtaya yüzü dönük olmalı.Öğrenciye derslerde sık sık soru sorularak derse ilgisi çekilmeli.
Öğrenciye sınıf içinde sorumluluk isteyen bir iş verilmeli ve sonuç izlenmeli .Sonuç, sınıfa bildirilmeli, öğrenci sınıf huzurunda ödüllendirilerek kendine karşı güveni yükseltilmeli.Derslerde bireysel özelliği dikkate alınarak arada yaptığı bazı başarısızlıklar hoş görülmeli, kesinlikle cezalandırma yoluna gidilmemeli.Çeşitli ders dışı etkinliklere öğrencinin kapasitesi oranında katılımı sağlanmalı. Öğrencinin başarısızlık gösterdiği derslerde, uygun fırsatlar yaratılarak bireysel öğretim yapılmalı; görsel- işitsel ders araçlarından yararlanılmalı.Uygun fırsatlarla bireysel olarak çalışmalara katılma alışkanlığı kazandırılan bu öğrencilerin, yavaş yavaş grup çalışmalarına da katılması sağlanmalıdır. Böyle öğrencilerin arkadaşları tarafından sevilen bir grup üyesi olması ilk amaç olmalıdır.Öğretmen -veli ilişkilerinde durumu yermekten çok, ortak olarak yapılabilecekler üzerinde durmalıdır.Bu gibi öğrencilerin velileri ile ilişki kurularak, yukarıdaki esaslar çerçevesinde velinin tutumu düzenlenmeli ve velinin öğrenciden çok yüksek beklentilerinin önüne geçilmelidir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
-
Çocuklarda soyut düşünme, felsefik yaklaşımlar gösterme 12 yaşından önce mümkün olmuyor . Piaget nin “soyut işlemler dönemi” olarak adlandır...
-
İyi niyetli ve yardımsever bir arkadaşımla bir gün doğada gezinirken, kozasından çıkmaya çabalayan bir kelebek gördük. Kelebek kozanın lif...
-
Merhaba sevgili anne babalar. Bugünkü konumuz ev ödevleri ... Ev ödevi , çocuğun okul saatleri dışında evinde yapması için öğretmenleri tar...
Bu Blogda Ara |